|

Kalbi Kırık Kupa

Kırık Kupa'Yıllar önce...' diye başlayabilirdi bu öykü. Öyle başlamasın da şöyle başlasın: 'Yaklaşık 10 yıl önce, İstanbul Maltepe yöresinde Mavievler adlı bir mahallede 'sürgün bir yaşam' sürdüren bir adam vardı...' Hadi bakalım, öyle başlatalım.

Yaklaşık 10 yıl önce, İstanbul Maltepe yöresinde Mavievler adlı bir mahallede 'sürgün bir yaşam' sürdüren bir adam vardı... O yöreye mi sürgündü adam? Niçin sürgündü? Yoksa, bir 'gönüllü sürgün' müydü adam?
Aradan bunca yıl geçtikten sonra, bu sürgünün ardından iki ayrı sürgün daha yaşandıktan sonra, ne bu soruların, ne de yanıtlarının bir önemi var.

O gün telefonla aradı adamı küçük kardeşlerinden biri. Bu küçük kardeş, o yıllarda, Üsküdar'daki bürosunda mali danışmanlık işiyle uğraşıyordu. Uzun süreden beri, ne yüz yüze, ne de telefonla görüşme yapmışlardı.
Bu küçük kardeşle, her zaman 'iyi kardeşim' olarak andığı, aynı yaşta bir başka küçük kardeşi daha vardı adamın.
İlk küçük kardeş, açtığı telefonda, iyi kardeşi kastederek, 'Ağabey, bu adamın eşi, iki çocuğunu da alıp, terk edip gitmiş evi. Ailemizin bir büyüğü olarak, bu konuyla ilgilenmen gerekmez mi? Nedir görüşün?' dediğinde adam, 'Ben onlar, daha evliliğe adım atacakları sırada, görüşümü söylemiştim. Ne değişti? Hiçbir şey. Bugün, onların bu yeni durumu üzerine söz etme hakkı olan birileri varsa, ancak nikâh günü onların yanında olanlardır. O gün onların nikâhında tanık olanlardan biri de senmişsin. Bu yüzden, ailedeki bu yeni durumu ele alıp, yapılabilecekleri yapması gereken sensin, ben değilim,' der.

'Peki,' der küçük kardeş, 'sen kendin nasılsın ağabey, uzun süre geçti görüşmeyeli?'
Adam, 'Eh işte! Bildiğin gibi, herhangi bir değişiklik yok.'
Küçük kardeş, 'Bugün görüşebiliriz istersen, buluşur ineriz Maltepe'ye?'
Adam, 'Olur, buluşalım.'
Küçük kardeş, 'Ordayım bir saat sonra gelip alırım seni. Tamam mı?'
Adam, 'Tamam...'

Küçük kardeş, gelir otomobiliyle bir saat sonra. Caddeden aşağıya bağırır: 'Hadi ağabey, gel, gidelim!'
Giderler, varırlar Maltepe'ye. Oturup bir şeyler atıştırırlar önce. Ardından, kıyıda biraz dolaşmaya karar verirler. Birçok alışveriş merkezinin, sinemanın ve tiyatronun bulunduğu uzun birleşik mekânın önünde bakına bakına yürürler.
Paşabahçe mağazasının vitrinine bakarlarken, küçük kardeş, 'Gel içeri girelim, içerde bakınalım. Hava soğuk biraz,' der. Başlarlar, birkaç kattan oluşan mağazanın içinde dolanmaya.
Küçük kardeş, bir ara durur, kupaların sergilendiği kesimde. Kupaların bazılarını yerinde okşar, bazılarını da eline alır. Evirir, çevirir. Derken kupalardan birini, adama gösterir, 'Nasıl bu, güzel değil mi?'
'Evet,' der adam 'Çok güzel!'
Küçük kardeş, 'Beğendinse, iki tanesini alacağım bu kupaların. Biri senin olur, biri benim. Sana konuk geldiğimde, birinde sen içersin kahveni, öbüründe ben. Ne dersin?'
Adam, 'Sevindirirsin beni. Ama, biraz pahalı değil mi bunlar.'
Küçük kardeş 'Varsın olsun. Yakışır sana. Bak üzerinde The JUNGLE BOOK yazıyor. Book'un, kitap anlamına geldiğini biliyorum. Ama Jungle'ı bilmiyorum. Ne demek Jungle?'
Adam, 'Jungle, orman demek. Orman Kitabı demek oluyor ikisi bir arada.'

Kupanın üzerinde, © Disney imzalı bir çizgi resim vardır. Resmin sol kesiminde 4 maymun bulunmaktadır; sağ kesimindeyse The JUNGLE BOOK yazısı ve bu yazının 'K' harfin alt ucuna şortu takılmış baş aşağı duran, Tarzan'ımsı bir küçük çocuk...
Dört maymunun biri yerdeki kütüğe vurarak ritim tutarken, öbür üçünden biri açıkta ve tek başına; kalan ikisiyse, karşılıklı dans etmektedirler. Açıkta tek başına dans eden 'baba maymun', karşılıklı dans edenlerden biri 'ağabey maymun', öbürü 'küçük kardeş maymun' olmalı. Onlara ritim tutansa, 'anne maymun'.
'K' harfine tepesi üstü asılı duran çocuk da, ormanın insan kahramanı bir 'küçük Tarzan' olabilir.

Küçük kardeş, alır iki kupayı. Gider kasaya, bir hediye paketine sardırır ve öder parasını kupaların. Verir paketi, ağabeyinin, pardon adamın eline. Adam, teşekkür eder, hediye için. Birlikte çıkarlar dışarı.

Dışarı çıktıklarında, küçük kardeş, çıkarır cep telefonun bürosunu arar. Bir şeyler konuşur.
Döner hemen adama, 'Ağabey, hemen benim büroya gitmem gerekiyor. Seni bırakayım evine, ben de büroma gideyim...'
'Tamam,' der adam.

Evin bahçe kapısına geldiklerinde, adam, 'Gel, 10 dakika kalıver. İlk kahvemizi içelim şu güzel kupalarımızdan,' der. Küçük kardeş, hiç vaktinin olmadığını belirterek, basar gaza çekip gider.

O günden sonra, yaklaşık 10 yıl geçmiş, adam sürgündeki o evinden sonra iki ev daha değiştirmiştir. Küçük kardeş, adamın hiçbir evine, hiçbir zaman gelmemiştir kahve içmeye.
...
Geçen gün şimdiye dek yaşamadığı tuhaf duyguya kapılan adam, yaşamının, sürgündeki son yalnızlık günlerini yaşadığı kaygısıyla, sevdiği insanları son kez aramayı, buluşup karşılıklı birer kahve içmeyi koyar aklına. Adamın ilk arayacağı ve evine çağıracağı kişi, kendisine, yıllar önce iki kupa hediye eden küçük kardeşi olacaktır.

Adam koşar mutfağa, yıkanmış durumdaki iki kupayı alıp yeniden yıkar ve iyice parlattıktan sonra, şekerliği ve içi yarı dolu 'gold kahve' kabını da alarak, hepsini yerleştirir salondaki yemek masasına...
Geçer oturur bu görüntünün karşısında yer alan sandalyelerden birine.
Tam, ‘Oldu galiba,’ diyecekken, ‘Hayır,’ der ‘bir eksiği var bu görüntünün’.
Koşar, gider alır bir boş kâğıt. Yazar üstüne ezberindeki dizelerden birini: ‘Bir ağaç gibi tek ve hür. Bir orman gibi, kardeşçesine. –Nâzım Hikmet’
Adam, çalışma odasındaki cep telefonunu almaya gideceği sırada, kapı zili çalar. Gidip açar adam kapıyı, bir kız çocuğu çıkar karşısına. 'Annem,' der çocuk, 'üç baş soğan istedi,' der.
Adam, 'Peki,' der, koşar içeri. İstenen soğanları alıp vermek için, girer mutfağa. Soğanlıkta yalnızca üç baş soğan kalmıştır. Gülümser adam, ansızın. 'Çaktırma,' der içinden. Alır üç baş soğanı. Koyar onları küçük bir poşete...

Tam salondaki yemek masasının yanından uçarak geçerken adam, soğanların bulunduğu eli yemek masasının kenarına çarpar. Soğanların ikisi, gider iki kupaya çarpar. İki kupa masadan yere düşer: 'Çaaat! Paaat! Kıllink... Kıllink... Kıllink!'

Adam, bakmaz kupalara, toplar soğanları. Gider kapı önüne, verir çocuğa onları. Çocuk, teşekkür eder ve koşarak iner bahçedeki merdivenleri.

Adam, gelir içeri. Bakar yerdeki kupalara. Biri yanından kırılmıştır, kopan parçası yanı başındadır. Öbürününse yalnızca tutamağının üstü çatlamıştır.

Toplar adam, biri kırık, öbürü çatlak iki kupayla kopan parçayı.
Tutamağı çatlak olanı inceler. Tutamak, zorlanmadıkça kupanın gövdesinden ayrılacak gibi görünmemektedir. Tutamak zorlandığında, çatlayan yerden hoş bir 'çıt,' sesi duyulmaktadır.

Kırılan kupayı ve parçasını alır adam. Yerleştirir devetüyü rengi halıfleksin üstüne onları. Gider alır fotoğraf makinesini. Gelir, ayarlar çekim düzenini, basar deklanşöre...
Değiştirir kupayla parçasının konumunu birkaç kez...
Her defasında yeniden basar deklanşöre adam: 1,2,3,4...5.

Duyduğu 'Klik!' sesleri arasında mırıldanmaktadır adam...
'İşte, yepyeni bir yazı konusu...
Ve başlık: Fotoğraf Nerde?
...
Yayımlamak ister adam bu fotoğrafları, yeni oluşturduğu Küresel Defter adlı blogunda.
Bir ad düşünür bu yazıya koyacağı fotoğrafa. Düşünür... Düşünür.

'Tamam,' der adam. 'Buldum: Kalbi Kırık Kupa!'

Yazar: Ömer Çendeoğlu. Tarih: Çarşamba, Ekim 20, 2010. Yazı etiketleri: , . Bu yazının bütün yorumlarını RSS 2.0 aracılığıyla izleyebilirsiniz.
"Kalbi Kırık Kupa" için, henüz yorum eklenmedi... Siz ekleyin lütfen.

YORUMUNUZ... LÜTFEN!

GÜNCEL YAZILAR

GÜNCEL YORUMLAR

ÇOK OKUNANLAR

KÜRESEL DEFTER'İ İZLEYİN!

Facebook

Twitter

FOTOYAZI

kureseldefter.blogspot.com worth
Blogunun değerini öğren